Ana içeriğe atla

Kayıtlar

19.08

  Ankara’dayım. Lise sonda “Ben Ankara’yı kazanacağım” diye tutturmuş fakat başarılı olamamıştım. Üstüne durmamış, “kaderde yokmuş” diye geçiştirmiştim. Evet Ankara diye tutturmuştum ama asıl amacım ailemden uzakta yaşamaktı. O konuda başarılı olduk evet ama gurbette okumak gerçekten çok zor. Sadece maddi açıdan değil ya da manevi açıdan, 18 yaşından sonra (hatta belki de 17) gerçek anlamda insanları görmeye başlıyorsun. Herkesin çıkar için birbirinin yanında olduğunu, bir nebze olsun kabul görmek için kim sana gülümsüyorsa ona doğru meyilli olduğunu fark ediyorsun. Öyle olmamak için direndim fakat bu sefer de dışlandım ‘soğuk nevale’ oldum, ‘suratsız’ oldum, ‘istenmeyen’ oldum. İnsanların işi düştüğünde can ciğer kuzu sarması olup işini hallettiğinde eyvallah bile demediği oldum. Alışıyorsun ve hayatına öyle devam etmeye başlıyorsun. Ankara sanki kürkçü dükkanımmış gibi, gitmeme gerek yok dediğimde kendimi bulduğum yer oldu. Havası iyi, suyu berbat bir şehir. Gündüzleri huzurlu, can
En son yayınlar

28.07

  Bazen öyle bir duruma geliriz ki, hiçbir şey yapmak istemeyiz, konuşmak istemeyiz, ailemize küseriz. Fakat ne olursa olsun zaman akıyor ve nefes alışının bir amacı var. Kimseyle konuşmak istemiyorum ama aynı zamanda anlatacak çok şeyim var. Yaşarken birçok hayalimizi gerçekleştirmek istiyoruz ama kaderin bize getireceklerini kestiremiyoruz. Şunca yıllık hayatımda sadece iki hayalimi yerine getirebildim, çünkü maalesef babam küçük kızını her zaman erteledi. Geçen yaz kapris yaparak, zorla ikna ederek ehliyet için kursa yazıldım. Sınav zamanı büyük strese girdim, çünkü eğer uygulama sınavını geçemezsem tekrar ücret yatırmak zorundaydım ve il dışında okuduğum için tekrar ders alamayacaktım. Şansım yaver gitti ve sınavı geçtim. Şansım diyorum çünkü bizim ülkemizdeki bu sistem tuhaf. Ben yalnızca yedi gün boyunca düz yolda araba sürerek, hiç bayır çıkmadan, –yarım debriyaj araba kaldırmayı saymıyorum- trafiğe girmeden –çünkü trafiğin aşırı sakin olduğu yerlerde sürüş yaptırırlar- araba

22.05

Trabzon’un çokta bilinmeyen ama iyi adamlarının çıktığı bir köyündenim, köyümü de severim. Evimiz var, yazın üç ay –duruma göre değişir- köyde kalırız. Trabzon o kadar sıcak, o kadar nemli ki, köye çıkar serinleriz ve şehre inmek istemeyiz. Buranın birçok adeti gibi şimdi anlatacak olduğum adeti de tuhaf. Burada yazın köye çıkıldığı zaman ya da bayramlarda veyahut da kutlanacak günlerde silah atılır. Yani silahla gelişigüzel havaya ateş açılır. Yanlış anlaşılmasın herhangi bir olay yıllardır yaşanmadı Allah’ta yaşatmasın. Mesela yaz başında amcam ya da babam –evlerimiz bitişik, hatta bir zamanlar aynı balkona çıkıyorduk- balkona çıkar ve ateş ederler. Amaç; biz geldik, demek. Tuhaf olansa buna cevap verilir. Karşı köyden, yan köyden, akrabaların biri fark etmez kim olduğu silah sesleri yükselir. Ya cidden ‘Hoş geldiniz, niye geldiniz?’ diyorlar ya da gaza gelip onlarda soluğu balkonda alıyorlar. Şu an bu yazıyı yazarken aynı şey yaşanmaya devam ediyor, yazıyı aklıma getiren de bu

17.05

2017 yılında liseden mezun oldum, mezun olduğum yıl üniversiteye başladım. Ailemin yanında okumayacağım diye sevinerek, ne hayallerle gittim. Üniversite birin ilk dönemi liseden çıkıp aslında büyümeniz gerektiğini gösteren bir zaman dilimi. Ergenlikten yavaşça kurtuluyorsunuz burada, pişmeye başlıyorsunuz aslında. Tabi ilk yıl bir arkadaş ortamı kurmaya çalışıyorsunuz. Aman dikkat kurduğunuz ortam sizi ya rezil eder ya vezir. Ben rezillikten son anda kurtuldum diye düşünüyorum. Tabi gurbette olunca insan sığınacak bir yer arıyor ama benim gibi salaksanız daha yakınınıza değil elin evlatlarına sığınırsınız. Ailemin yanından çıktım oh be özgürüm diye düşünmeyin sakın, öyle dönemlerden geçiyorsunuz öyle değişik olaylar yaşıyorsunuz ki, zamanında ben böyle bir şeye katlanmam dediğiniz her şeye göz yumuyorsunuz. Ailenize olduğunuz kadar etrafa da fevri olsanıza gurbette, I ıh olmuyor, çünkü şunu fark ediyorsunuz ki, kimse sizi aileniz kadar sevmez, kimse size aileniz kadar katlanmaz. Ne

16.05

Kendimi tanıtmam gerekiyor mu bilmiyorum ama tanıtmak istiyorum. Sonuçta bu bloğu boşuna açmadım. Açıkçası amacım bu karantina günlerini –tam 60 gün oldu- evden çıkmadan, dışarıdaki insanların vurdumduymaz tavırlarına deli olmadan geçirmem gerekiyordu. 15 Mart tarihinde Erzurum’dan Ankara’ya uçtum. Ah anlatacak çok şey var. O zamanlar bir çocukla konuşuyordum, nam-ı diğer Bal. Yeşil gözleri vardı ki yeşil göz zaafı olan beni deli ediyordu, yani oturup saatlerce gözlerini izleyebilirdim. Neyse sonuç olarak Covid-19 bütün yıl kurduğum hayalleri bir Çinli kardeşimizle bitirdi. Yarasaya suç attığım falan yok, bu virüs hayvanlardan bulaşmıyor en nihayetinde. Ankara’ya gittiğimde her şey iyi gidiyordu bu beyefendiyle de tartışıyorduk falan ama yine de onunla konuştuğum için mutluydum. Onun hikayesini burada anlatmayacağım çünkü değmez. Ankara’da tam 51 gün kaldım. Ankara’da ablam yaşıyor, anne ve babam her kış yanına giderler, bu salgın muhabbeti başladığında da Ankara’daydılar doğal ola